yorgunluk ve tükenmişlik

Yorgunluk Modern Zamanın Gerekliliği mi?

Yorgunluk ve tükenmişlik denilen his, modern zamanın gerekliliklerinden mi gerçekte? Birçoğumuzu çepeçevre saran, etkisi altına alan yorgunluk ve tükenmişlik hissi, son 10 yılda beklenenen daha hızlı ve geniş kitlelere yayıldı.

Edebiyat eleştirmeni ve tıp tarihi uzmanı Anna Katharina Schaffner‘ın hayatından kesitlerle yapılan bir araştırmaya göre yorgunluk ve tükenmişlik hissine ilişkin önemli bulgular elde edilmiş.

Yorgunluk Hissi Son Zamanlarda Neden Çok Yaygınlaştı?

Grip gibi salgınlar arasında gösterebileceğimiz yorgunluk hissi, kişide “ağırlık hissi” duyması şeklinde kendisini gösteriyor. En basit tarifiyle kişinin enerjisini tüketip, halsiz ve isteksiz bir hale girmesine neden oluyor.

Bazı uzmanlar, “Yorgunluk” denilen bu hissin yaşadığımız modern çağın bir gerekliliği ve getirdiği olağan his olduğunu savunuyor. İyi ama bu doğru mu? Hayatın belli aşamalarında bireyi etkileyen geçici bir rahatsızlık mı?

İngiltere Kent Üniversitesi’nde Edebiyat Eleştirmeni ve Tıp Tarihi Uzmanı Anna Katharina Schaffner, halsizlik ve yorgunlukla ilişkili olarak tükenmişliğe ilişkin araştırma yapmaya karar vermiş ve “Yorgunluğun Tarihi” adlı kitapta birçok önemli bilgi ve bulguyu toplamıştır.

Alman hekimler, yorgunluktan şikayetçi ve günün neredeyse her saati kendilerinde yorgunluk hissetmektedir. Finlandiya’daki araştırma ise kadın ve erkeklerin yorgunluğa karşı farklı yöntemler geliştirdiklerini ortaya koydu. Erkeklerin daha çok hastalık izni kullandığı ortaya çıktı.

Almanya’da yayımlanmış önemli bir makale, “yorgunluk” depresyonun bir derece lüks sürümü olarak nitelendirilmiştir. Hepimiz “Depresyon” denilen hissi, olumsuz olarak nitelendiririz. Başarısız insanların hastalığı olarak görürüz. İyi, başarılı ve eğitimli insanlar ise bu tabir yerine “Yorgunluk” sözcüğünü kullanıyor. Sizce de biraz öyle değil mi?

Ancak Schaffner, bu iki kavram ve hissin çok daha farklı olduğunu belirtiyor. “Depresyon” hissinde özgüven kaybının, kişide bireysel nefret hissinin olma durumu söz konusu iken; “yorgunluk” ve “tükenmişlik” hissinde ise kişinin kendi özüne bakışında bir değişim olmaması söz konusuudr.

*”Yorgunluk” kavramını, “kronik yorgunluk sendromu” ile karıştırmamak gerekir.

7/24 Kültürü Hakkında

Bazı uzman ve kişiler ise insan beyninin modern çalışma için başa çıkabilir düzeyde henüz evrilmediğini ileri sürmektedir. Verimliliğin artırılması için yapılan zaruri ve sürekli baskı hali, kişiyi iş yoluyla kanıtlamaya zorlamakta ve kişiyi bir işçi olarak ya savaş, ya sıvış durumuna itmektedir. En nihayetinde ise stres hormonlarının salgılanması söz konusu olmaktadır.

Hepimiz hayatın belli safhalarında birtakım baskılara maruz kalmaktayız. Büyükşehir hayatı, teknolojik cihazların etkisi, 7/24 kültür, gerçek manada dinlenmeyi zorlaştırıyor. Kişi kendine vakit ayırabilse bile, dinlenmeye imkan vermeyen bir yaşantı sürdürmek zorundadır. Sonunda ise tükenmişlik sendromu ve yorgunluk hissi baş gösteriyor. (Hiç olmasa biz teorik olarak böyle kabul ediyoruz.)

Schaffner, yaptığı araştırma neticesinde yorgunluk halinin günümüze veya modern çağlara ait bir sorun olmadığını ortaya koydu. Çok eski çağlardan Roma Uygarlığına kadar uzanan bir serüven söz konusu. Hristiyan dininin Batılı toplumlarda yaygınlık kazanmasından sonra ise yorgunluk hali, manevi bir zafiyet olarak görülmüştür.

İlerleyen zamanlarda modern tıp ilmi gelişim gösterdi. yorgunluk belirtilerine “Nevrasteni” veya “Sinir Zayıflığı” tanısı konuldu. Oscar Wilde, Charles Darwin, Thomas Mann ve Virginia Woolf  gibi birçok ünlü kişiye de bu kapsamda Nevrasteni teşhisi konuldu. Buna ise sanayi devriminin neden olduğuna inanılıyordu.

Ruhsal ve Fiziksel Etkenler

Günümüzde sadece Japonya ve Çin’de kullanılan bu terimin depresyon yerine kullanılmasını bazı aydınlar eleştiriyorlar. Araştırma ve bulguları incelediğimizde yorgunluk sorununun modern çağa ait olmadığı, ezelden bu yana var olduğu anlaşılabiliyor.

“Yorgunluk dünden beri vardı ama neden ve gerekçeleri sadece değişti.”

Schaffner 

Yorgunluk ve Sanırları Belirleme

Modern çağ, stresin temel kaynaklarını besliyor. Şayen bir iş veya uğraşta sınırlar doğru belirlenmez veya hiç belirlenmez ise kişi kendini zorluyor, “yeteri düzeyde başarılı ve iyi olmama“, “beklentileri karşılayamama” durumu ortaya çıkmaktadır. Bu olmasa bile olma ihtimali kişide kaygıya neden olmaktadır.

E-posta kontrolü, sosyal medya ve website yönetimi kişisel bazda ve toplumsal alanda gerçekten enerji tüketen, kişiyi yoran eylem ve işler arasındadır. Çünkü artık ofis veya iş yerinden çıktığımızda işimiz bitmiyor. E-postalar, sosyal medya, web site ve telefon trafiği devam ediyor. Özellikle beyaz yaka çalışanların hayatı bu şekilde devam ediyor. Tüm bu unsurlar stresin başlıca kaynaklarını oluşturuyor.

Peki bu sorunun çözümü ne?

Şimdilik geçmiş yıllara baktığımızda bir çözüm bulduğumuzu söyleyemeyiz. Çok eskiden yorgun olan insanlara yatak istirahati ve dinlenme önerilirdi. Peki ya bugün? Kişileri yorgunluk hissinden ve tükenmişlik duygusundan kurtarmak için bilişsel davranış terapileri uygulanmakta.

Çare olarak düşünecek olursak kişiden kişiye göre değişiklik gösterdiğini bilmeliyiz. Kişi, kendisinde var olan pozitif enerjiyi neyin tükettiğini iyi tespit etmelidir. Kimisi kitaplara, kimisi spora ve kimisi tatile yönelebilir. Ama önemli olan eğlence, iş ve dinlenme arası sınırların doğru ve etkin konulabilmesinde.

Yorgunluğu ortadan kaldıran en önemli şeyin, sizi mutlu ve huzurlu hissettiren şeylerin olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir